“Osmanlı denilince yazmak için aklınıza ilk ne gelir?” diye bir soruyla başlasam. Koca devlet, 600 yıl farklı milletlerin bir arada yaşadığı bir mozaik ya da savaş meydanlarında yazılan kahramanlık destanları... Bazılarınızın evet dediğini duyar gibiyim. Bütün bunlar yazmak için birer konu olabilir ama benim bugün Osmanlı denilince hakkında yazmak istediğim konu Osmanlı’da fıkıh ilmi. Osmanlı fıkıh ilmi; İslam fıkıh tarihi tecrübesinde kendine has bir karaktere sahiptir: Şer'i hukuk ve örfi hukuku beraber  yürütmenin yanı sıra, fıkhın kanun metniyle buluşması da yine Osmanlı’ya ait. Gelin beraber ilk önce “Şer'i ve örfi hukuk nedir? Osmanlı’da nasıl beraber kullanılmıştır?” sorularına cevap verelim. İslam fıkhının bu topraklarda kanunlaştırılma serüvenine kısaca bir değinelim.

Osmanlı’da Şer’i Hukuk

Naslara dayalı şer'i kanunların yargı görevini yürüten kadı tarafından icra edilmesidir. Kadılar Osmanlı adli teşkilatının kritik karakteridir. Bulundukları yerin hâkimi, belediye başkanı, emniyet amiri bazen de halkın müracaat edebilecekleri sosyal güvenlik makamları olabilirler. Kadılar ihtilaf ettikleri bir konu hakkında, fetva makamı olan müftülere ya da en üst merci olan Şeyhülislama başvurabilirler. 

Şeyhülislam kimdir?

Şeyhülislam, âlimlerin en kıdemlisi ve reisi anlamında Osmanlı’da şeri hukukun en üst temsilcisidir. Şeyhülislamlık makamının ilk olarak ne zaman ve nasıl olarak ortaya çıktığı tartışmalı bir konu. Ancak konuyla ilgili yapılan en son yorum, Şeyhülislamlık unvanının gayri resmi olarak ilk kez Molla Fenari’ye verildiğidir. Şeyhülislamlık siyasi iktidara bağlı bir kurum olarak çalışır ve faaliyetleri devlet tarafından denetlenir. Bu şekilde dini örgüt ve grupların devlet aleyhine alternatif bir siyasi güç haline gelmesi engellenmiştir. Şerî hukuk ise Kur’an ve Sünnet ana kaynağının etrafında şekillenen İslam Hukukunun bütününe verilen isimdir. Şer'i hukuka kısaca değindikten sonra gelin beraber örfi hukuka bir bakalım.

Osmanlı’da Örfi Hukuk

Osmanlıda örfi hukuk şer'i hukukla beraber etkili bir şekilde kullanılmıştır. Örf kelime olarak, “İnsanlar arasında tanınmış, beğenilmiş, alışkanlık haline gelmiş ve duyulduğunda hatıra başka anlamlar gelmeyecek derecede özel bir mana taşıyan lafız” demektir. Örfün hukuk kuralı olarak kullanılmasının bazı şartları vardır. Öncelikle şeriatın dışında kalmış bir durumun ortaya çıkmış olması ve uygulanan örfün naslara aykırı olmaması gerekir. İslam hukukunda hükümlerin esas gayesi, insanların durumlarını düzeltmek, aralarında adaleti sağlamak ve onların sıkıntılarını ortadan kaldırmaktır. O halde hüküm verilirken insanları sıkıntıya düşürmemek için insanların adetlerini ve aklı selim sahibi kimselerin tasvip ettiği şeyleri dikkate almak gerekir. Örf gerektiğinde padişah fermanlarıyla kadıların uygulamaları gereken bir kural haline gelebilir. İslam hukukunun kaynaklarından biri olduğunu gördüğümüz örf, Osmanlı Devleti’nde şer’i hukukla birlikte asırlarca uygulama alanı bulmuştur.

Osmanlıda Kanunlaşma Hareketi

İslam hukuku bir kanun değil bir içtihat hukuku olarak doğmuştur. İçtihatlar mahkeme içtihatları olmaktan daha çok fıkıh alimlerinin hukuk öğretimi sırasında yaptıkları yorumlar veya bir probleme karşı verdikleri cevaplar olarak ortaya çıkmıştır. Bu içtihatlar arasında hiyerarşik bir sıralama yoktu. Tam tersine genel bir prensip olarak kabul edilen ‘içtihat içtihat ile nakzolunmaz’ kuralı bir anlamda bütün içtihatları aynı düzleme getirirdi. Ancak 16. asırda bu konuda bir tavır değişikliği gözlenmektedir. İlk defa Osmanlı padişahları bu dönemde şer'i hukuk alanında uygulanacak hukuk kurallarına bire bir müdahil olmaya başlamışlardır. Bu müdahale şu şekilde olmuştur. Şeyhülislam, kazaskerler ya da diğer hukukçular tarafından padişaha o zamana kadar uygulanan hukuk kuralının değişmesini öngören bir içtihat sunulmakta, padişah da bu içtihatları  ‘gereğince amel oluna’ diye tasdik etmektedir. Böylece aslında bağlayıcı olmayan içtihatlar  padişahın emriyle bağlayıcı bir fetvaya dönüşerek uygulanan bir hukuk kuralı haline gelmiştir.

Padişah ferman ve kanunlarıyla İslam hukukunda hiç mevcut olmayan bir kural konmamakta, sadece içtihat hukukunun üretmiş olduğu farklı bir çözüm kadıların uygulamak zorunda oldukları bir hukuk kuralı haline getirilmektedir. Böylece sınırlı bir alanda da olsa içtihat hukuku kanun hukuku haline dönüştürülmüş oluyordu.

Sonuç olarak Osmanlı’da fıkıh ilmi, temeli nasslara dayanan, Şer’i kanunlar ile bu kanunlara aykırı olmayan, halkın benimseyip hayatında uyguladığı örfi kurallara dayalı bir ilim olmuştur. Fakat uygulanan bu kurallar içtihat hukukuna göre ortaya çıksa da 16. asrın sonlarından Osmanlı’nın son dönemlerine doğru kanunlaşma yönünde kısmi bir değişim geçirmiştir. Osmanlı fıkıh ilmi, sınırları geniş ve zengin kültürel yapının içinde etkili bir biçimde hizmet etmiştir.