Hiçbirimiz kimliğimizi inşa eden değerlerden tamamen bağımsız düşünemeyeceğimiz için kadın hakkında konuşurken de bir şekilde bu değerlerin yansımalarını hissetmek mümkün olabiliyor. Benim burada yapmak istediğim de kadın algımızı şekillendiren bazı unsurların izini sürmek. Bir sosyal bilimci olsa elbette çok daha farklı konuları buraya getirebilirdi. Ancak ben sadece bir ilahiyatçı bakış açısıyla bazı konulara temas etmek istiyorum.

Konuya girmeden önce küçük bir uyarı yapayım. Bu yazının birkaç yerinde hadis, tefsir ve fıkıh ilimleriyle alakalı çok kötü bir tablo çizildiğini ve belki de haksızlık ettiğimi düşünebilirsiniz. Hiç mi güzel tarafı yok, diyebilirsiniz. Güzel tarafları zaten bu zamana kadar bizlere, topluma hizmet etmiş durumda. Ama kadın hususunda bir şeylerin eksik ya da yanlış yapıldığını düşünüyorsak buna da işaret etmemiz gerekir. Benim işaret edeceğim nokta ise tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerinde erkeklerin baskın bir şekilde aktif olmasının günümüzdeki kadın yorumlarına etkisi olacak.

Öncelikle hadis ilmiyle başlayalım. Sahabe, Allah Rasulü (sav)’den gördükleri, duydukları şeyleri bir sonraki nesle olduğu gibi aktarmak için büyük bir çaba sarf etmiş ve bu çaba sonraki nesillerde de sürüp gitmiş. En başta Hz. Aişe (ra) olmak üzere kadınlar da bu ilmî faaliyete aktif bir şekilde katkıda bulunmuş ve sened zincirlerine adlarını kazımışlar. Hatta çok rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki eğer kadınların ilk dönemlerde aktif bir şekilde varlıklarını sürdürdükleri bir ilim dalı varsa o da hadis ilmidir.

Burada hadis ilminin bir özelliğinden bahsetmek istiyorum. Hadis ilmi bir rivayet ilmidir. Hadis ile meşgul olan alimler eğer aynı zamanda fakih veya müfessir de değillerse, yani hadisler üzerine belli hükümler bina etmeyle meşgul olmuyorlar, hadislerle ayetler arasında bir ilişki kurmaya çalışmıyorlar ve sadece duyduklarını, gördüklerini aktarmaya çalışıyorlarsa fıkıh ve tefsir ilimlerinde olduğu gibi ciddi bir fikir sancısı çekmelerine gerek yoktur. Elbette bu durum hadis ilminin kıymetinden bir şey eksiltmez. Kendisiyle Allah kelamının anlaşılır hale geldiği, fıkhın ve tefsirin üzerine bina edildiği çok kıymetli bir ilimdir hadis ilmi. Ancak tabiatı itibariyle diğer ilimler kadar yoruma açık olmadığını da görmemiz gerekir.

Yorum meselesinin kadın konusuyla neden alakadar olduğunu tefsir ve fıkıh alanını incelerken paylaşmaya çalışacağım. Ancak burada hadis ilminin kadın algımıza etkisinden bahsederken uydurma rivayetlerden bahsetmeden geçmek istemiyorum.

Bu başlı başına bir yazı konusu olabilir. Kadınlar hakkında uydurulan ve Allah Rasulü (sav) söylemiş gibi rivayet edilen öyle ifadeler var ki kadınları toplumsal hayattan tamamen soyutlayan cinste. Uydurma rivayetler elbette rahatlıkla tespit edilebiliyor olsa da bir zamanlar toplumda yaygınlık kazanıp dilden dile dolaşmış olduklarından kadın algısı üzerinde etkili olduğu söylenebilir.

Peki acaba neydi bu uydurma rivayetler? Bu başka bir yazının konusu olabilir. Bu yazının konuya bakış açısı daha çok yorum üzerinden olacak. O yüzden erkeklerin yaptığı yorumlar veya kadınların yoruma katkısının eksikliği deyince asıl dikkat çekmek istediğim alan tefsir ve fıkıh.

Tefsir ilmi, yapısı itibariyle sürekli tefekkürü, düşünmeyi, Allah’ın kelamını O’nun muradına en yakın şekilde anlama çabasını gerektirir. Farklı kültürlerin ve farklı zamanların çocukları bu çabayı gerçekleştirirken elbette birbirlerinden farklı düşünmüşler ve bizlere engin ufuklar açmışlar. Düşüncedeki bu zenginlik, tefsir ilminde hep istenen bir şey olmuş. Bir beyin, olur da bu zamana kadar anlayageldiğimizden farklı bir yorum yapar da bunu ikna edici delillerle açıklar diye tabiri caizse müfessir yolu gözlenmiş ilim dünyasında. Peki bu düşünce zenginliğini sağlayan şey sadece zaman ve mekandaki farklılıklar mıdır sizce? Doğuştan bizlere verilmiş bazı özellikler de tefsirlerin çeşitliliğinde rol oynayabilir mi? Mesela erkek ve kadın beyni arasında yapılan araştırmalar bu iki beynin aktif olduğu noktaların ve çalışma şeklinin farklı olduğunu söylüyor. Tam da vahim noktaya geldik burada. Sahabe döneminde ayetleri tefsir eden Hz. Aişe gibi kadınlar olmasına rağmen bir sonraki nesle yani tabiun devrine gelince kadın müfessirlerde ciddi bir azalma oluyor ve maalesef sonraki dönemlerde de değişen çok bir şey olmuyor. Araştırınca karşınıza çıkabilecek birkaç isim dışında öyle çok bilinen kadın müfessir de yok, meal yazarı da. Yani Kur’an-ı Kerim kadınların bakış açısıyla, hakkıyla okunamamış, tefsir edilememiş. Çok mu ağır oldu? Bana çok ağır geldi açıkçası. Beynimizde pasif olan bazı noktaları aktif hale getirebilir miyiz, bazı uyuyan genlerimizi uyandırabilir miyiz diye bilim dünyası uğraşadursun, biz var olan potansiyeli bile açığa çıkaramamışız. Bunda erkeklerin engellemelerinin boyutu neydi, kültürün ve din algısının rolü neydi bilmiyorum. Öyle hemen ve kesin cevap verilebilecek bir konu da değil. Bu durumun sebeplerini inceleyebilecek durumda olmasam da sonuçları hakkında üç şey söyleyebilirim. 1. Genel itibariyle bir kadın tefsir anlayışı ortaya konulamamış, farklı çalışan bir beynin yorumlarından mahrum kalınmış. 2. Hassaten kadınlarla alakalı ayetler hep erkek bakış açısıyla okunmuş, kadın gözüyle değerlendirilememiş ve bu da tarih boyunca kadın algımızı etkilemiş. 3. Kadın müfessir portresi çok yabancı olduğundan sonraki neslin kız çocuklarında da böyle bir şey olabileceği fikri oluşmamış, dolayısıyla kısır döngü devam etmiş gitmiş.

Görüldüğü gibi işin içerisine yorum girince işler değişiyor. Hadis senetlerinde adları geçen ravi kadınlar hakkında ciltler dolusu çalışma var, ancak müfessir kadınlara gelince üç beş isim bulursanız, birkaç kitap veya makale ile karşılaştıysanız gene şükrediyorsunuz. Çünkü bir kadın sadece bir hadis dahi rivayet etse hadisin kimlerden geldiğinin tespit edilmesi için adı biliniyor ve sonraki nesillere aktarılıyor. Ancak sadece bir ayeti tefsir eden bir kadın varsa adının sonraki nesillere aktarılma ihtimali oldukça düşük. Bu durum tabi erkekler için de geçerli. Adlarının aktarılması demişken şunu da ifade edeyim. Sahabe ve tabiun dönemindeki ulemanın isimlerinin ve hayatlarının yer aldığı tabakat kitaplarının çoğunda kadınların isimleri ya hiç zikredilmiyor ya da kitabın en sonunda küçük bir bölümde zikrediliyor. Hatta bu eserlerin bazılarında hadis, tefsir ve fıkıh alimleri tanıtılırken Hz. Aişe’nin adı kitabın en sonunda kadınlara ait bir bölümde zikrediliyor. Hz. Aişe kadar ilmi olmayan birçok alimin adı sırf erkek olduğu için ondan önce geliyor. Bu da o eserlerin yazıldığı dönemde kadına bakış açısını göstermesi açısından dikkat çekici bir nokta. En başta bir uyarı yapmıştım hatırlarsanız. Güzel örnekler yok mu? Elbette var. Hem de çok. Ama onlar çok anlatıldı. Bugün kadınların yaşadığı pek çok problem olduğuna göre biraz da bunları konuşalım diyorum sadece.

Bence tehlikenin en büyük boyutu fıkıh ilminde karşımıza çıkıyor. Neden mi? Çünkü tefsir ve hadis bilmeyen yani Kur’an’ı ve sünneti nasıl anlayacağını bilmeyen birisinin fakih olması mümkün değil. İçtihatta bulunan bir alim, verdiği hükmü Kur’an ve sünnetten delillerle açıklamak zorunda. Eğer oradan hiçbir şey bulamazsa bu sefer yine Kur’an ve sünnetten çıkardığı prensiplerle belli bir usul takip ederek hüküm vermek zorunda. Bir fakih her halükârda Kur’an’ı ve sünneti iyi bilmeli. Buna ek olarak belli bir metodoloji (fıkıh usulü) takip etmeli. Metodoloji demek ciddi bir fikir sancısı çekmek demek, yorum yapmak demek, kendi içerisinde tutarlı bir sistem oluşturmak demek. Aslında tefsirden çok daha karmaşık bir alan fıkıh.

Diğer yandan fıkhın çok önemli bir özelliği ise toplumu şekillendirmesi. Alimler ciddi bir fikir çabasının ürünü olarak ictihadda bulunurlar. Verdikleri fetva ile halk amel eder. Bu yüzden Müslüman toplumlarda medeniyeti inşa eden ilim fıkıh ilmidir. Tarihteki meşhur müctehidlerin isimlerine bakarsanız erkek olduklarını rahatlıkla görebilirsiniz. Bu da toplumu şekillendiren fetvaların hep erkekler tarafından verildiğini bizlere gösteriyor. Kadınlar hakkında verilen fetvalar da elbette buna dahil. Bizzat örneklerini görmek isterseniz en kolay ulaşabileceğiniz bir ilmihali alın elinize ve kadınlarla alakalı fetvalara bir bakın. Arkada geçmiş zamanların kültürünün tınıladığını göreceksiniz. Her fetva kitabı elbette içinde doğduğu çağın kültürünü yansıtır ve normal olan da budur. Buradaki sorun fetva kitaplarının kültürü yansıtmasından ziyade kültürün bizzat kendisi. Kadınlardan hep edilgen bir şekilde bahsedilmesi, kadının kocasına itaati, kadının çalışması vb. mevzularda yeterince fikir sancısı çekilmediğini hissediyorum ben. Özel hallerle ilgili hükümlere hiç girmiyorum bile. Adı zaten ‘kadınların özel halleri’ olunca erkeklerin yorumları çoğu yerde yetersiz kalıyor. İlmihaller genelde temel prensipleri veriyor ve her kadının kendine özel bulmacasını kendisinin çözmesi bekleniyor. Oysa ekonomi alanında öyle kafa yorulmuş, öyle ictihadlar yapılmış ki Kur’an ve sünnetin ruhuna uygun bir şekilde hayat nasıl kolaylaştırılır sorularına ciddi ciddi cevaplar verilmiş. Bazen aşırı gidip işi rayından çıkardıkları olsa da üzerinde ciddi ciddi kafa yormuşlar. Ama kadın, fetva ve hayat arasında sıkışıp kaldığı noktalarda derdini kime anlatsın, kimden ictihad beklesin… Mesela Hz. Aişe kadınlarla alakalı kolaylaştırıcı fetvalar vermiş, bu fetvalardan bazılarında tek kaldığı için sonraki dönemlerde amel edilmemiş, bazılarında ise görüş birliği olmuş ve günümüze kadar da bununla amel edilmiş. Fıkhın önemli bir özelliği de bu. Bir müçtehidin fetvası ya talebeleri vesilesiyle halka yayılacak ya da fetvalar devlet eliyle kanunlaştırılacak ki halk bununla amel etsin. Bunlar olmayınca kadınların geçmişte verdiği fetvalar da bir yerde unutulup gidebiliyor. Velhasıl fıkıh dünyası da kadın tarafından yeterince yorumlanamamış, yeterli fikir sancıları çekilememiş, bu işin hakkı maalesef verilememiş. Benim özellikle dikkatimi çeken de bu fıkıh konusu. Üzücü bir başka mesele ise müellifi kadın olan bir tane klasik fıkıh eserinin olmaması. Yeniden hatırlatayım. Bunların sebeplerini net bir şekilde ortaya koymak çok zor. Ben sadece sonuçları ile ilgili bazı tespitlerde bulunmaya çalıştım. Kadınlar bu alanda varlıklarını göstermedikleri müddetçe dinin yoruma açık alanı erkekler tarafından doldurulmaya devam edecek ve tek cinsiyet tarafından üretilen bilgiye her iki cinsiyetin tabi olması kaçınılmaz problemlere sebebiyet verecektir. Bunun psikolojik, sosyolojik, hukuki, fıkhi… yönlerini değerlendirmemiz gerekiyor. Artık bunları dillendirmenin zamanı geldi de geçiyor bile.